Back

Spiderman’i Dilendirerek Dünyayı Gezmek Kimin Aklına Gelirdi? Karşınızda Bilgiç Berko!

Evet evet farkındayız, başlığa takıldınız ama Spiderman konusundan önce; Biz onun hikayeleri ile büyüdük denir ya hani, Bilgiç Berko da yola çıkmak isteyenler için onlardan birisi olabilir. Tabi o sözün üstüne hafif teknoloji eklenmiş hali! Şöyle açıklayalım; Evi Çantaya attığımız günden beri bu yola çok daha önceden çıkmış insanları takip ediyoruz. Herkes genel olarak tabi Instagram’ı kullanıyor, hikayeler atıyor ediyor. Bugüne kadar bir kişinin hikayelerinde takılıp kaldık hep Sonra baktık söylediklerinde, anlattıklarında, yaşadıklarında, hikayesinde herkesten farklı olan ya da herkesten daha farklı yaptığı bir şey var. 5 dolar ile yola çıkmış, bileklik satıyor, camilerde, kiliselerde, çadırda, bazen hiç tanımadığı insanların evinde kalıyor, ne bulursa yiyor, suyunu çıkartana kadar geziyor, insanlarla birlikte uzun uzun zaman geçiriyor, gülüp eğleniyor ki İngilizcesi de çok iyi değil, üstüne bir de Spidermani resmen dilendiriyor. 😀 Biz ilk başlarda neden takıldığımızı anlamadık ama sonra çokca içtenlik ve hayatın tadını çıkarma bulduk. Sonra bir gün Singapur havaalanında “Çukur izlerken yakaladık. Durumu anlattık. “İnsanlar dünyanın yada bu yaptığımızı yapmanın korkutucu bir şey olmadığını görsünler istiyoruz, korkmamaları gerektiğini anlatacak senden daha iyi bir örnek bulamayız dedik. 😀 Havaalanındayım, yarın akşama kadar uçak bekleyeceğim. Gofret yiyorum. Gönder soruları gelsin ama ben öyle klasik röportajlara gelemem. Sen telefonda sor ben ne biliyorsam anlatırım. Gerisi sende…” dedi. Biz her cevabında yeni bir şey daha bulduk. Bakalım siz kendisini dinleyince ne bulacaksınız. Spiderman konusunu da unutmadık ama anlatması için kendisine bıraktık:

Öncelikle yola çıkmadan önce neler yapardın?

İstanbul’da bir outdoor mağazasında satış danışmanı olarak çalışmıştım. Basketbol oynardım sürekli, İstanbul’da her yere ama her yere yağmur çamur dinlemeden bisikletle giderdim. Çoğu zaman da akşam gidip Burgaz Ada’da çadır kurar ve orada yaşardım. Ailem ile yaşadığım bir evim tabii ki vardı ama genel İstanbul rutininde, o stresli yaşamda, hayat çokda keyifli geçmiyordu başka türlü… Doğayı da çok seven bir insanım o yüzden tarzan gibi yaşamayı seviyorum diyebilirim. Çocukluğumda da köyde yaşadığım hatta çobanlık yaptığım dönemler oldu. Severim o yüzden dağı, taşı, toprağı, denizi…

Peki bu yolculuğa çıkma nedeni için insanlar sorduğunda ne cevap veriyorsun?

Her şeyden önce dünyayı keşfetmek, dünyayı görmek, bu benim hayalimdi. Çocukken başlayan bir hayal… Ben mesela en çok dünyayı gezen televizyon programlarını izlerdim. Odama gidince de gördüklerimi hayal eder, o macerayı yaşar, bunu yaparım diye düşünürdüm. Bir gün çantamı alıp gideceğim derdim. Bazen hala kapatıyorum gözlerimi ama bu kez çocukluğumdaki o zamanları hatırlıyorum. Şu anda mesela o ülkelerden birindeyim…

İnsanlar bu fikrini ilk başta nasıl karşıladı. Ben gidiyorum dediğinde nasıl tepkilerle karşılaştın?

Aslında tepki vermelerine pek fırsat olmadı. Çünkü ben sabah çantamı aldım işe gittim ve istifa ettim. Yola çıkınca da insanlar bana yol boyunca, “ölürsün” “yapamazsın” “dönemezsin” “tamam Türkiye’de gezdin, parasız, camide kaldın, insanlar evlerini açtı, bir şekilde yolunu buldun ama yurt dışına çıkamazsın” gibi şeyler söyledi. Yurt dışına çıktım bileklik satarak bu sefer de “bileklik satarak dünya turu mu olur” “boncuk nasıl bir boncuk abi altın mı o” gibi şeyler söylediler. Tüm bunların aksine destekleyen ve moral verende yüzlerce insan oldu.



İlk olarak 35 şehirlik bir Türkiye turu yaptın? Dünya turunun ilk adımımıydı? Bu turda neler yaşadın, neler yaptın?

Türkiye turu için benim kuralım şunlardı; suyu çeşmeden dolduracaktım, gidebildiğim her yere otostopla gidecektim çünkü her araba benim için farklı bir hikaye ve farklı bir histi. Onun dışında mesela normalde kampta kendi çayımı kendim yaparken gittiğim yerlerde o köyün, mahallenin kırathanesine gidip orada çay içecektim. Öyle de yaptım. İnsanlar her yerde çok sıcak karşıladı. “Nerden geldin, kimsin, bu çanta neden bu kadar büyük yiğenim” gibi sorular sordular. Bu şekilde de insanlar ile tanıştım. Ve aslında benim için bu yolculukta en önemli kural; “İnsanlardan yardım istemeden, ben insanlara yardım edeceğm” kuralıydı. Ben gidip herhangi birinden bana yardım edin, ben geziyorum kafasında olmadım. Yol ne getirdiyse onu yaşadım. Yani yolun güzellikleri şanşlı geldi sadece… Ya da pozitif enerjiden dolayı olabilir. Ben istemeden yardımcı olmadılar mı. Oldular tabii ki. Yemek ısmarladılar, evlerinde yatacak yer verdiler. Türkiye turunda bileklik de satmadım mesela. Türkiye’de neredese hiç para harcamadım. 5 dolar olayım da yurt dışına çıkmakla birlikte başladı. Benim için gezginlik bi , yere gitmek, bi yeri gezmek, bolca alışveriş yapmak, para harcamak, gidip oranın popüler yerlerinde fotoğraf çektirmek değil. Benim gezginlik tanımımda öncelik her zaman insan biriktirmek oldu.

Sonrasında dünya turuna başladın? Nasıl gidiyor peki?

Dünya turuna ilk olarak Gürcistan’a çıkarak başladım. O aşamada bunu dünya turu olarak adlandırmadım. Çünkü Gürcistan’da “homelees”lığın dibine vurdum. Kurmarhanelerden geçindim. 😀 Orda yemek yedim, ücretsiz takıldım yani… Coucsurfing kullandım. Her türlü tapınakta ve orda burda şurda yattım. Sonra Ermenistan’a geçtim. Geçtiğimde küçük de olsa bir bütçem vardı. Çünkü yollarda para kazanıyordum. Ama şöyle bir durum oldu; Ermenistan’da iki dolar falan harcadım ve hiç çalışmadım. Ermenistan’dan İran‘a geçerken cebimde son on dolar gibi bir para kaldı. Aslında hikayede bir nevi burada başladı. Ben İran boyunca da bir buçuk aylık bir zaman diliminde toplam 5 dolar para harcadım.

Nasıl gidiyor; özetle her şey çok güzel aslında ve beni aylardır, bir senedir takip eden insanlar bunu çok iyi biliyor. Tüm hikayemi ve her anımı paylaşıyorum. Sokaklarda, havalimanlarında, garlarda, çadırımda yatıyorum. Coucsurfing kullanıyorum. Konaklamaya hiç para ödemiyorum. O yüzden kazandığım para ile de çok rahat şekilde bilet alabiliyorum. Karnımı doyurabiliyorum. Tabi gittiğim yerlerde lokal şeyleri deniyorum tadına bakıyorum. Herşeyin en ucuzunu buluyorum bir şekilde… Ucuz yemek tüketip konaklamaya da para vermeyince kazandığım para ile çok rahat gezebiliyorum.



Peki gittiğin yerlerde insan biriktiriyorum demiştin? İnsanlara bir şekilde dokunmaktan bahsediyorsun bize göre Bu noktayı biraz daha açabilir misin?

İnsan biriktirmek benim hayalimin bir parçasıydı… Her şeyden önce insan biriktirmek istiyordum. Onlarca ülkeden, yüzlerce milletten, binlerce farklı insan var dünya üzerinde… Her biriyle olmasa da birkaç tanesi ile tanışmak bile beni çok mutlu ediyor. Kalbime dokunan insanların yüzlerini unutmuyorum. Mesela bir çoğunun adını bilmiyorum aslında. Tek kelime konuşmamışız bile sadece beden dili ile anlaşmışız ya da gülmüşüz karşılıklı, beni evine götürmüştür ya da ne bileyim gelmiştir ben bileklik satarken muhabbet etmiştir, hiç birini unutmuyorum. Geçen gün mesela bir snap attım “hadi gidelim insanlarla tanışalım” yazdım. Bir sürü insan “nasıl yaa” dedi. Çok basit: mesela yolda duruyorum ve bir adresi 5 farklı kişiye soruyorum, muhabbet ediyoruz. O sırada ben hikayemi anlatıyorum. Hemen nerelisin diye sormaya başlıyorlar. Yani biriktirdiğim birlikte güldüğüm hee dostum ile bir şekilde iletişim kuruyorum ve benm için hepsinin farklı bir yeri var. Umarım onların da karşılarına onlar gibi çok iyi insanlar çıkar. Bir de en bunu söylemeyi çok seviyorum. Gülmenin dili yoktur. Gülmek çok evrensel bir şey. İnsanlarla Dil bil ya da bilme bir şekilde anlaşırsın. Ben İngilizce falan da bilmiyorum yolda öğrendim.

Gelelim o halde yanından ayırmadığın Spidermanin hikayesine…

Spiderman benim sarılıp uyuduğum oyuncağımdı. Çocuktum… Gittiğim yerlerde Cd’sini yanımda taşır, açtırır, izletirdim. Neyse… Ben sırt çantamı aldım. Geziyorum, ediyorum diye annem aldı onu benim sırt çantama dikti. Beni koruması için… Sonra biz Spiderman’in Kosova’da bir kolunu kaybettik. Bazen insanlar “Spiderman dilendirerek gezen çocuk” diye gösteriyorlar. 😀 Bazen de özellikle yabancılar gelip ne yapıyorsun burada diye sorduklarında; “Spiderman’ime yeni bir kol alabilmek için bunları satıyorum” diyorum. 😀 Gülüyorlar, hoşlarına gidiyor tabi ama bu sayede bağ kurmuş oluyoruz. İnsan biriktirmeye devam yani…

Bir de Spiderman sayesinde çok fazla evde misafir oldum. Yollarda onlarca araba durdu; “Spidermani gördük, durduk” diye… Türkiye’de de yurt dışında da çok oldu. Sokakta yürürken insanlar gelip birlikte fotoğraf çektiriyorlar. Neden tek kolu yok diye herkes soruyor. Çok hoşuma gitmeye başladı. Ama onu bir yerde bırakacağım artık. Çünkü çok obur olmaya başladı. 😀 Çanta değişti ama o değişmedi. Çok hediye eden de oldu ama hala dostumla devam…



Bileklik yapma ve satma fikri ve bu şekilde dünyayı gezebileceğine olan inanç nasıl doğdu? Dünyayı gezmek için yeterli mi?

Bileklik satma fikri benim en yakın arkadaşım ve aynı zamanda gezgin olan Ertuğrul’dan çıktı Dünya çapındaki gezginleri takip ediyorduk zaten… Yolda nasıl para kazanıyorlar, ne yapıyorlar diye. Hostellerde çalışanlar, böyle incik boncuk yapanlar vardı. Biz de onlardan ilham aldık. Şu an elimde konuştuğum telefon bile elma logolu olanlardan birisi. Bunu bile bileklik satarak aldım ben… Çünkü telefonum bozuldu. Hiç bir şekilde iletişim kuramıyordum kimseyle. Herşeyden önce bu benim bir ihtiyacımdı. Hem seyahat bütçemi ayarlamıştım. Hemde temel felsefem şuydu yeteri kadar para kazanmaktı. Ben 3-5 gün içinde o kadar para kazanabileceğimi tahmin bile etmiyordum. Gezebileceğim tüm ülkeler de bu sayede bana sponsor olmuş oluyor ve ben de bir ülke daha görmüş oluyorum. Bazı ülkelerde uzun kalıp bileklik satıp diğer ülkelerde daha rahat bir şekilde dolaşabiliyorum. Aslında tüm rotamı bu şekilde ayarlıyorum diyebilirim.

Bu yolculuğun sana öğrettiği şeyler neler?

Gezginlik hikayesi bana yol boyunca faklı insanları tanıyabilmeyi öğretti. Her şeyden önce daha iyi iletişim kurabilmeyi öğretti. Yolda bi müzik aleti çalmasını öğretti. Ukulele…. Bundan da para kazandım bu arada. İngilizce öğretti. Hiç İngilizce bilmiyordum. Orta düzeyde İngilizce konuşabiliyorum. Gezdiğim her ülkenin dilinden 10- 15 cümle  öğretti. Yolda para kazanmayı  öğretti. Bununla seyahat edebilmeyi öğretti.

Toplum olarak biz aslında her şeyi geride bırakmaktan korkan insanlarız. Dünya korkulacak bir yer mi gerçekten? İnsanlar bu konuda sınırları dışına adım atmaktan sence neden korkuyorlar ve korkmakta haklılar mı?

İnsanların korkularının tek sebebi kendi iç dünyalarına kendilerini kapatmaları. Dünya kendi iç dünyalarında yarattıkları gibi korkunç bir yer değil ki! Bakarsanız çok fazla bir şeyimiz de yok. Bir gün öleceksin ve sahip olduğun hiçbir şey seninle birlikte gelmeyecek. Hayallerine mesela… Bir daha hiçbir şekilde dokunamayacaksın ya da sahip olamayacaksın. Ve bence hayallerinden başka bir şeyin de yok ki aslında. Hayallerin kadar edersin! Dışarı çık ve peşinden koş. Bu benim için hep böyleydi ve dünyanın korkulacak bir yer olmadığını gördüm. Biliyordum da…

Her geçen gün gezginlerin, dünyayı keşfetmeye çıkan insanların sayısı artmaya başladı. Sen bu durumu neye bağlıyorsunuz?

O şöyle oldu: İnterrail Türkiye tüm sistemi aldı, değiştirdi bu konuda… Gençliğin hepsini aldı backpacer yaptı. 😀

Teknoloji bu işin neresinde? Sen ne kadarını kullanıyorsun?

Öyle gezginler gördüm ki yolda online olarak birşeyler satıyolar. Kendi siteleri var ve blog yazılarından para kazanıyorlar. Vlog ile youtube üzerinden para kazanıyorlar. Bir nevi teknoloji sayesinde gezilerini finanse ediyorlar. Ben bu kafada olan biri değilim ama teknolojiyi kullanıyorum tabiiki Coucsurfing’i kullanıyorum mesela sık sık… Çünkü benim için konaklama herşeyin başında geliyor.



Özellikle instagram hesabını kullanarak bazen yaşadığın zorlukları bazen mutlu anlarını anında insanlar ile paylaşıyorsun? Aldığın tepkiler nasıl?

Mesela sokağın birinde matımı falan sermiş yatıyorum. Wifi bulmuşum çok mutluyum. Hikaye attım. Birden bire instagram’dan tanımadığım insanlardan 5 6 tane birden mesaj geldi. Sanki biz de seninle aynı şeyleri yaşıyoruz gibi yazmışlar. Bu durum benim çok hoşuma gidiyor. Ben her konuda paylaşmayı çok seven bir insanım zaten. Tüm hikayemi de olduğu gibi yalansız dolansız ne oluyorsa, o an ne yaşıyor,  ne hissediyorsam paylaşıyorum. Ben instagram üzerinden şu otelde kalınır şurada şu şu kadara yenir şu yapılır bu yapılır tarzında bi adam değilim. Ben sadece kendi maceramı yazıyorum. Kendi yaşadığım komik olayları ve tüm maceramı sosyal medya üzerinden insanlarla paylaşıyorum.

Yollarda yaşadığın en güzel anı ve en kötü anılardan bizimle paylaşabileceklerin hangileri? Bir hırka hikayen var mesela Hong Kongtaydı sanırım? Bizimle paylaşabilir misin?

Hong Kong’a ilk gittiğimde beni o kadar soğuk bir havanın karşılayacağı aklıma bile gelmemişti. Havaalanından dışarı çıktığım andan itibaren insanların üzerinde mont kazak görünce şok yaşadım. Tabi insanların ilginç bakışları da kaçınılmazdı. “Ne yapıyor bu deli bu soğukta şortla” falan dediler muhtemelen çünkü üzerimde şort ve tisörtten başka bir şey yoktu. Ne yeni bir kazak, mont alacak kadar çok param ne de başka bi seçeneğim vardı. Önce para kazanmam gerekiyordu. Bulduğum bir alt geçitte 5 saat titreyerek bileklik satmaya çalıştım. Para birimleri çok iyi olduğu için insanlar orada her şeyin en iyisini kullanıyorlar, en lüksünü seçiyorlar. Yani benim bilekliklere dönüp bakan pek olmadı. 5 saatin sonunda 50 HG$ kazanabilmiştim. Bizim 5 TL gibi düşünün. Günlük karnımı doyuracak kadar. Sonra akşam olunca bir McDonals bulup uyumak için bi köşeye kıvrıldım. Zaten her şey orada başladı. Sabah uyandığımda başımda bekliyordu. Uyanıp karşımda birini görünce birden korktum. Nereli olduğumu, hikayemi elbiselerimi sordu. Ben hikayemi anlatırken birçok evsiz uyuduğu için hepimizi sabah McDonals’tan kovdular. Dışarı çıktığımda titremeye başladım “hadi gidelim sana hırka vereceğim” deyince o kadar çok mutlu oldum ki nereye diye bile sormadım. Çünkü gidecek başka bir yerim planım zaten yoktu. Sabahın 7’si buz gibi hava ara sokaklara girince kalbimin sesini kendim duymaya başladım. Başka bir sokağa girdik. Beni burada bekle hemen geleceğim dedi. 15 dk civarı titreyerek bekledim elinde hırkayla gelince ben sokağın ortasında ağlamaya başladım. Sarıldı “sen benim kardeşimsin” dedi o da ağladı. Bu defa ben daha çok ağladım hırkayı giydirdi yürüdük yeni bir McDonals bulduk içine girdik ısındık. Ülkesini topraklarını çok özlemiş bir mülteci Ammar. Benimde adını yüzünü asla unutmayacağım dostum oldu. Bir gün dünyayı güzellik ve iyi insanlar tüm bu savaşlardan ve kötülüklerden kurtaracak ben buna o kadar çok inanıyorum ki bir sabah uyanıp tüm silahları gömüp üstüne çiçek ekeceğiz ve hep birlikte güleceğiz. Sokaklarda yaşayan insanlar hep derinlerde biryerdeler onlar gerçek hayatı daha iyi görüyorlar.

Başka vardır daha hikayelerin?

Malezya’dan Tayland’a doğru gitmeye karar vermiştim. 3 hafta falan gidemedim. Sürekli yolda bir şey yaşadım. Neyse gitmeye çalıştım, otostop çekiyorum saatlerce ama kimse durmuyor.

Toplu taşıma araçları duruyor bazen… Sonra bir ara yine onun gibi bir şey durdu ilerde. Ben çok şey önemsemedim. Bi baktım geri geri geldi. Camı açtı. Konuştuk. Bunlar beni arabaya aldı yol üzerinde de 20 km sonra bırakacaklardı. Arabanın içinde de 10 15 tane çocuk 3 4 tane de önde oturuyor. Bunlar Hare Krişna diye bir dinin üyeleri… Yolda beni çok sevdiler. Beni aldılar tapınağa götürdüler. Napıyosun ne ediyorsun diye konuşuyoruz ama bir yandan da sazlı sözlü çengili biz yolculuğa devam ediyoruz. Tanrılarına söyledikleri şarkılar var ve yanlarından müzik aletlerini ayırmıyorlar. Tapınağa geldik ama benimle efsane ilgileniyorlar.

Adamlar da inançları gereği vejeteryanlar…. Evlilk öncesi seks yok, kumar yok, alkol yok, sigara içilmiyor ve et yemiyorlar. Et yemeyince de başka bir canlıyı yemeyen bir insanın kalbinin her zaman daha çok iyiliğe çalışacağına inanıyorlar. 3 gün gibi bir süre ben o tapınakta kaldım. Beni çocukların lideri gibi bir şey yaptılar, kutsadılar. Ben çocuklara Türkçe merhaba, nasılsın filan demeyi de öğrettim. O son zamanlarda yaşadğım güzel olaylardandı.



Başka bir hikaye daha size: Tayland’a gittim. Bu arada McDonalds’lar da benim asyadaki evim gibi olmuştu. 7/24 içinde uyuyabiliyorum. Sabaha kadar takılabiliyorum. İnternet, şarj için elektrik filan var. Bir gün saat 9 falan olmuştu. Dışarda oturuyorum, telefonu falan şarj ediyorum. O saatte de çok az insan vardı. Müdürdü heralde bir kız geldi. Elinde tepsiyle ve tepsiye de not yazmıştı. “Bunu sana hediye etmek istiyoruz lütfen içeriye gel otur” diye. Bende gittim içeriye bileklik yaptım. Sonra ben de onlara bileklik hediye ettim.

Son olarak sana birisi gelip ben de sizin yapmak istediğiniz gibi dünya turuna çıkmak istiyorum dese hangi tavsiyelerde bulunursun?

Ben genellikle tek cümle ile özetliyorum. Tüm eski kişiliğini geride bırak. Onu o yolculuğunda getirme. Git yeni insanlar ile tanış. Hep yapmak istediğin ama yapamadığın, çekindiğin, utandığın ne varsa hepsini yap. Sokaklarda bağıra bağıra dolaş. Gidip insanlara sen selam ver. Ya da git birini çevir de ki fotoğraf çektirebilir miyiz. Başkalarının fotoğraflarını trolle. Yani insanlarla tanış… Çünkü insanlarla tanıştıkça bir şeyleri daha net görebiliyorsun. Ben bugüne kadar gittiğim yerlerde insanlarla tanışmasaydım, bir şelalede yada lokal bir köyde yada uç noktadaki bi yerde ya da oradaki yerel yemeğin yendiği restoranda gezseydim, yaşasaydım, yeseydim, gittiğim her yerin aile kültürünü öğrenemezdim. Aile kültürü mesela benim için çok önemli. Toplumu oluşturan en küçük yapı taşı aileya ben de önce insanları ve ailelerini tanımaya çalışıyorum. Tüm kültürlerini öğrenebilmek için… Ve lokaldaki insnalarla takılmanın en güzel yanı da nerede ne ucuz, nerede temiz yapıyorlar hepsini biliyorlar. 😀

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir