Biz ki; soğuğu görünce Kanada’ya gitmekten vazgeçen ve kendini sıcak ülkelere atmayı seçen bir çiftiz, biz bile Bursa’ya gittiğimizde kar üstünde sucuk ekmek için White Walker kesilebiliyoruz. 😀
Avustralya’dan 3 haftalığına tatil için gittiğimiz Bursa’da aman şuraya da gidelim, burayı da görelim diye yapılan bir çok plana karşılık herkesi o kadar çok özlemişiz ki; yeni yerler gezmektense sevdiklerimizle vakit geçirmeyi seçtik. 🙂
İçimizdeki White Walker uyandı!
İnsan evi çantasında olunca çok öyle evde oturamıyor. Tabii ki küçük birkaç kaçamak yapmadık değil. Bunların içinden ise en sevdiğimiz Uludağ oldu 🙂 Cümbür cemaat doluşup çıktık yola. Bursa’da kış mevsimi olmasına rağmen merkezi yerlerde hava çok soğuk değildi ancak yukarda havanın soğuk olduğunu tahmin etmek zor olmadı. Kat kat giyindik tabi; montlar, botlar, bereler… 😀 Her ne kadar kalın giyindiğimizi düşünürsek düşünelim Milli Park kapısından geçerken bile resmen donduk. Yukarıları düşündükçe ise içimizde bir White Walker uyandı. Çünkü yolun sonunda sucuk-ekmek var! 😀
Bizim hedefimiz kayak yapmak olmadığı için oteller bölgesine kadar çıkmadık. Oraya çocukken Yeşilçam filmlerinde izlediğimiz zenginler gidedursun ki Türk Sinemasında Uludağ’ın yeri apayrıdır… Genellikle zengin ve gösterişi seven karakterlerin bir şekilde uğradığı ve göründüğü yerdir Uludağ. 70’li yılların Yeşilçam filmlerinde hem zenginliğin hem de romantizmin sembolüdür… Örneğin Cüneyt Arkın’la Filiz Akın sevgili olunca soluğu Uludağ’da alırlar… Birkaç kayak sahnesi, ünlü Beceren Otel’in lobisinde romantik bir şömine başı sohbeti, arka fonda Love Story vs… Hatırlayanlar vardır. Ne Umduk Ne Bulduk (1976) filmi mesela… Zengin koca arayışına çıkmış anne-kız Gülşen Bubikoğlu ve Adile Naşit’i izleriz Uludağ’da… Ama evdeki hesap da çarşıya uymaz tabii… Film zaten hem komediyi hem de romantizmi barındırır bünyesinde ama diğer yandan bir zamanların Oteller Bölgesini de seyrederken “vay be” derdik içimizden… 😛 Mangal yakacak en güzel yeri ararken nedense bir yandan da o sahneler canlandı gözümüzde… Neden kimse bi sahnede olsa sucuk-ekmek yerken görüntülemedi ki Adile Naşit’i! 🙂
Mevsimini bilmek önemli
Ekibimizde Uludağ’a sürekli tur düzenleyen abilerimiz olduğu için de çok şanslıydık. 😀 Böyle yol yordam bilen akrabalarınız arkadaşlarınız var ise aranızı iyi tutun sizi gezdirsinler. 🙂 Mevsimi de takip ettikleri ve tahmin edebildikleri için o gün ne yapılır ne yapılmaz en iyisini onlar bilir! Biz de aynı düşünce ile hiç sorgulamadan devam ettiğimiz yolculuğumuzda kendimizi Sarıalan’da bulduk. Teleferik, geleneksel hediyelik ürünlerin satıldığı dükkanlar, tatil için konaklama seçeneği olan bungalov evler ve kocaman ormanların içinde piknik alanları araçtan indiğimizde ilk gözümüze çarpanlar oldu.
Uludağ’a yazın piknik için gelirseniz ormanların içinde harika kamp ve piknik alanları olduğunu görebilirsiniz. Fakat kış ayında seçenekler biraz daralıyormuş biz de gidince fark ettik. Yazın kullanılan tüm güzel mekanlar kar altında kalmış: D. Bakacak adı verilen seyir terasına giden yollar kapanmış. Şöyle bir tur attık ve buraya kadar gelmişken dağ suyu almadan olmaz dedik. 🙂 Hediyelik eşya satan dükkanların hemen yanındaki çeşmeden su doldurmak için şişelerimizi alıp yürümeye başladık. Çeşmeye ulaştığımızda bir hevesle musluğu açtık ve ne görelim, sular donmuştu! Kısmet değilmiş dedik. 😀 Sonuçta burası, 2.543 m yüksekliği ile Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi. Burada mangal yakacak yer bulamadığımız için biraz daha aşağı Kirazlı Yayla’ya geçmeye karar verdik. Geri dönerken yolda akar bir çeşme görünce sevinçten uçarak aşağı inip sularımızı doldurduk.
Sucuk Ekmek keyfi!
Kirazlı Yayla’da piknik için üstü kapalı ve içinde banklar olan çardaklar yapılmış. Hemen bir tane seçip yerleştik. Yerleştik dediğime bakmayın her şey çok hızlı gelişti. Hep birlikte eşyaları taşıdık. Bir yandan taşırken diğer yandan mangal yanmaya başlamıştı ve semaverde çay demlemek için hazırlık yapılıyordu. Biz birkaç fotoğraf çekelim derken, diğer tarafta sucuklar doğranmaya başlanmış, biberler hazırlanıyordu. Birisi ekmekleri ikiye bölüp arasını kesmiş içine sucuk koymak için hazırlanmış. Kim neyi hangi ara yaptı derken sucuk kokusunu duyunca rüyadayız zannettik… 😀
Bembeyaz karların içinde, küçücük bir mangalın üstünde kozalaklardan yanan ateşin etrafında, semaverde demlenen çayın kokusu ile soğuğu sevmeye başladık sanırım. Belki bir gün cesaret edip rotamızı soğuk ülkere de çevirebiliriz! Sucuk ekmeği olan soğuk ülkelere… 🙂