Evi Çantasında: Semih Atlar
İran denilince; aklınıza baskıcı rejim ve yobaz insanların yaşadığı bir ülke gelebilir ama bildiğiniz her şeyi unutun ve eğer önyargılarınızı yıkmak istiyorsanız da muhakkak tanımaya çalışın diyebilirim.
Öncelikle hikayeme şöyle başlamak istiyorum; 25 yaşındayım ve Ayvalık’ta yaşıyorum. Yazları yaşadığım yer olan Sarımsaklı ’da emlakçılık yaparak geçimimi sağlıyorum. Gelen turistlere günlük kiralık ev, apart otel, daire buluyorum. Genelde bizim işler Haziran gibi başlar Eylül sonu biter. Her sezon sonu 4-5 yıldır otostopla farklı coğrafyalara seyahat ediyorum. Üniversite son sınıfta İnterrail Türkiye facebook grubu ile tanışmam benim hayatımın dönüm noktalarından birisi oldu. İlk zamanlar şehir içinde yürümeye bile üşenirken, şimdi cebimde 5 kuruş olmadan dünyanın her yerine gidebileceğimi aşılayan bir özgüven getirmiştir bana.
Böyle böyle işte her sezon sonu 1 aylık ufak bir yolculuk yapma niyetim vardı. Bu sezon da bitmişti ve artık gözüm yolda idi doğu medeniyetleri de ilgimi çekiyordu. Kara sınırı olduğu için ulaşımın kolay olması sebebi ile ne otobüs ne de uçak parası veririm o parayı yolda yerim (ki yiyemedim bile 🙂 ) diyerek atladım yola. Niyetim Nahcivan, İran, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dı. Nitekim de tamamladım ama size bu yazıda seyahatimin İran bölümünü anlatacağım. Belki başka yazılarda diğer seyahatlerimi de paylaşırım. 🙂
Ayvalık’tan otostopla çıktım yola. İlk olarak Eskişehir’e vardım. Orada İnterrail’in alt facebook grubu olan, insanların birbirini misafir ettiği Couchrail adlı gruptan bir arkadaş beni Eskişehir de misafir etti. Ertesi gün hızımı alamayıp sabah erkenden yola çıkıp gece 2 de Erzincan’da oldum. Orada yol üstünde bir benzinliğin mescidinde yattım ve sabah erkenden kalkıp akşamüstü Iğdır’ın sınır noktasında olan Aralık ilçesine geçtim. Orada da üniversiteden arkadaşım vardı onun evinde kaldım ve sabah erkenden Nahcivan’a girdim. 🙂
Iğdır’dan Nahcivan’a giderken sınırda 10 dolar ödeyip 2 aylık vize alabiliyorsunuz. Nahcivan küçük bir yer olduğu için 4-5 saat dolaşıp direkt İran’a geçtim. Tesadüf sınırdan geçerken bölgenin Doğu Azerbaycan eyaleti olduğunu fark ettim ve bölgedeki halkın %90’ının Azeri Türkü olduğunu gördüm. Hatta sınırdan girerken herkes gene Türkçe/Azerice konuşuyordu sırt çantamı gören iki kardeş Türk olduğumu öğrendiğinde, “Abi gel buyur illa misafirimiz ol, bu akşam bizde kal” dediler. Kırmadım tekliflerini ve o akşamı İran’ın sınır şehri Corfa’da dağ başında bir köyde geçirdim. Sonrasında gittik köye bildiğiniz bizim doğudaki evler gibi kerpiç evler falan ama insanlar o kadar misafirperver ki bu kadar iyi insanları başka yerde göremem diye düşünmedim değil.
Çocuklar ertesi gün beni Tebriz’e kadar bıraktılar. Vardım Tebriz’e sırtımda çantam geziyorum ama bir yandan hava da sıcak. Nerede çadır kursam diye düşünüyorum polis bir şey der mi falan gibi düşünceler de var kafamda. Sonra Tebriz’de gezginler için bir park gördüm adı da Park-ü Misafir idi. Bir park ama içinde her şey profesyonel ve ücretsiz birçok hizmeti var. Kapıda güvenlik bana parkta yer gösterdi içeride boş kamelyalar var çadırını orada kurabilirsin dedi. Avrupalı gezginler bisikletle dünya turuna çıkanlar ve İran’ın yerli gezginleri de orada idi. Parkın içinde duş, tuvalet, güvenlik ve elektrik hizmeti var. Ev gibi bildiğiniz. Çantamı orada bırakıp tüm gün geziyordum hiç de endişem oluşmuyordu. 4 gece Tebriz’de geçirdim ve Tebriz’in meşhur hanlarını, meşhur Han Gölünü görme fırsatım oldu. Sosyal hayatı da gayet güzel, kadın erkek ilişkileri de normaldi. İnsanların beraber takıldıkları kafeler mevcut.
Tabi bu arada Azerbaycan vizesi için Tebriz’deki Azeri Konsolosluğuna başvurdum ondan dolayı da biraz oyalandım çünkü sınırda tekrar 10 dolar vermek istemedim. Azerbaycan konsolosluğuna başvurduğunuzda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ücretsiz olarak vize veriyorlar.
4 günün sonunda Tahran’a gitmek için yola çıktığımda otostopla İran’lı Kaşgar Türkü bir şoför abi denk geldi. O da Romanya’dan Tahran’a gidiyormuş yolda makara kukara muhabbet Türkçe konuşarak geldik. Hatta gece olduğu için bu gece bizimkilerde kal dedi ve Tahran’a 40 km uzaklıkta Karaj şehrinde geceyi geçirdim ve o akşam da Muharrem ayı olduğu için Şii’lerin Hz.Hüseyin’in Kerbelada katledilişinin yasını tuttukları matem akşamına denk geldim. Sokaklar da her yerde siyah çadırlar ve her tarafta Farsça Ya Hüseyin yazılı bayraklar vardı. Çadıra girdiğimde sahnede bir adam mevlit okuyor, insanlar yarı çıplak olarak kendi göğüslerine vurarak ağlaşıyorlardı.
Ertesi gün Tahran’a vardım. Tahran ki ne Tahran resmen metropol bir şehir. Çok gelişmiş bir ulaşım ağları var adamların. Orada fark ettim, kadınlar için özel metro vagonları vardı. Sonra indim dolaşıyorum, Azadi meydanına vardım. İlk selfie’yi çektiğim gibi oradan başladım turlamaya ve oradan İmam Humeyni’nin Mezarı, Tahran Çarşıları derken soluğu Gülistan Sarayında aldım. Girişi pahalı idi ama girişteki görevlinin Azeri olduğunu farkedince ona “Azeri Ağa men pulsuz gezirem, piyade olarak” dedim. Adam da bana “Tamam geç” dedi. Çantamı aldı ve içeride baya gezdim. Şah Tavus’un sarayı imiş zamanında ama saray da saray yani çok büyük ve bir kısmı da kapalı idi adamın elmastan bir odası vardı o derece. 🙂 Oradan da Tahranda bir parka geçtim ve çadırımı kurdum, 1-2 gün geçirdikten sonra şehirden çıkıp otostopla ufak ufak Erdebil’e vardım. Vardım ve ne göreyim çöl gibi bir yerden geçiyorum, araç yok artık yoğunluk azaldı. 2 tane Türk tırı adamlar kahvaltı yapıyor masayı kurmuşlar dedim abi ne tarafa gidiyorsunuz adam dedi Bakü’ye gidiyorum orada konuşup anlaşıp oradan da yola çıktık Azerbaycan’a şimdilik bu kadar Azerbaycan’da görüşmek üzere… 🙂