Evi Çantasında: Buket Geray
Çocukken gittiğim Bulgaristan’ı saymazsak bu benim ilk yurt dışı seyahatim. Rota’nın bana ait, planların bana ait, çantamdakilerin bana ait olduğu ilk seyahat… Ukrayna’nın Lviv şehrine… 🙂 Hem vizesiz hem de ucuz bir ülke olması, ilk deneyim için gayet cazip bir seçenek… Benim tercih sebebim ise kuzenimin son 4-5 yıldır sürekli bu şehre gidip gelişleri, fotoğrafları ve elbette anlattıkları oldu. Kuzenimin Ukrayna’da olduğu dönemlerden birini diğer kuzenim ile birlikte ona katılmak için yakaladık ve bizi karşılaması için anlaştık. Tabi 7 günlük Lviv tatilimizde bize rehberlik ve arkadaşlık etmesi için… İlk kez evini çantana atma ve yola çıkma heyecanını yaşayanlar sanırım bu durumun ne kadar rahatlatıcı ve o ilk heyecanı biraz olsun bastırıcı olduğunu anlarlar… 🙂 Yoksa yol boyu insanın karnına ağrılar giriyor sanırım 😀
Bu arada tatilimizi 3 kuzen olarak planladığımızı düşünürken, kuzenimin arkadaşları ile toplamda 5 kişi olacağımızı uçuş günü öğrendim ve elbette ki bu duruma çok sevindim. Kimsenin 7 kişi olacağımızdan haberi yok ama daha çaktırmayın! 😀 Kuzenimle bir saat rötarlı kalkacağını öğrendiğimiz uçağımızı beklerken bir çiftle tanıştık. Yurt dışına ilk çıkışlarıymış vs. derken muhabbet koyulaştı. İneceğimiz zaman dil sıkıntısı yaşamamaları için oradaki kuzenimin en azından taksi için kendilerine yardım edebileceğini söyledim. Kuzenimin yardımı ile de olsa insanlara yardımcı olabilecek durumda olmak benim korkumu da biraz hafifletti açıkçası… 🙂 Uçağa bindik ve ilk yolculuk başladı. Bazı anlarda zaman kavramı biraz farklı işler, siz de bilirsiniz… Hatta buna benzer bir heyecan muhakkak yaşamışsınızdır. Şu an onu hatırlarsanız beni daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü yolculuk yol sırasında çok uzun sürdü ama şehre iniş yaptığımızı anladığımda sanki az önce İstanbul’daydık gibi geldi. Gördüğüm ilk manzara ise bu şehrin bolca yeşil alana sahip ve tarım arazilerini geniş yer kapladığıydı.
Havaalanında çalışanların, gümrük memurlarının çoğunun kadın olması dikkatimden kaçmadı… Gümrükten geçerken eğer ülkeye ilk girişiniz ise sorgu odasına geçiriliyorsunuz. Buradaki sorular, neden geldiğiniz, ne zaman geri döneceğiniz, nerede konaklayacağınız ve elbette bunlara dair belgeler ve yanınızda getirdiğiniz para oluyor. Paranızı çıkartıyorsunuz fotoğrafını çekiyorlar. Sonrasında girişiniz kabul ediliyor. Anlatınca biraz tedirgin edici gözükebilir ancak korkmayın! Tom Hanks’in oynadığı Terminal filmini aratan sahneler değil! 🙂 (Filmi izlememiş olanlara tavsiye edebilirim.)
Kuzenim bizi beklediği için havaalanından çıkar çıkmaz hemen onunla buluştuk. Tanıştığımız çift hala yanımızda bu arada tabi… Bizim için ve çift için taksi söyledikten sonra yolda tanıştığımız ilk arkadaşlarımıza veda etmiş olduk. Yeri gelmişken hemen belirtmem gerekirse eğer; bu şehirde Taksi ücretleri de diğer şeyler gibi gayet uygun. Ama konu sadece ülkenin ucuzluğu değil! Şehre doğru ilerledikçe yapıların güzelliği, şehrin masalımsı hissi doluyor içinize… Otele gidene kadar hayranlıkla sadece izledim desem abartmış olmam herhalde… Otele varınca ise eşyalarımızı yerleştirir yerleştirmez, yol yorgunluğuymuş, başka bir şeymiş dinlemeden hemen o güzel sokaklara attık tabi kendimizi… Bilmediğin bir yeri keşfe çıkmak ilk defa bunu yapan bir insan için bambaşka bir özgürlük hissi gibi…
Hem kasvetli hem de sanatsal
Ama şunu belirtmem gerekir ki burada göreceğiniz tüm binalar hem kasvet hem de sanat taşıyor. Neredeyse tüm yapıların üzerinde heykeller var. Hepsi özenle yapılmış, özenle de yapıların üzerine yerleştirilmiş. Her sokak köşesinde şarkı söyleyen, müzik yapan sokak sanatçılarıyla karşılaşmamanız imkansız. Şehri tamamen gezmenize gerek yok, daha gördüğünüz ilk sokakta bile mest olmamanız işten değil. Masalsı bir gerçeklik içerisinde sarhoş oluyorsunuz adeta.
İlk gün için genel bir turumuz hazır bu arada. Neler yapabileceğimizi nerelere gidebileceğimizi iner inmez yaptığımız kısa keşif ile netleştirmiş olduk. O kadar çok kafe ve restoran var ki insan hepsine girip hepsinin menüsüne dokunmak istiyor. Bütün sokaklar sadece cafe ve restaurantlara eşlik ediyor gibi… Her kafenin de kıyafet balosuna katılan bir insan gibi kendine has bir tarzı var, masalardan sandalyeye, tabaklardan bardaklara, garsonların kıyafetlerinden menü ve peçetelere, genel dekorlara kadar her ayrıntı ince düşünülüp hazırlanmış. İnsanda sadece kafelerde oturup kitap okuma veya çevreyi izleme isteği uyandırıyor.
Tek sorun ise; Ukrayna’da kiril alfabesi kullanılması… Latin alfabesi bilen kişiler için tamamen hayal kırıklığı ve başağrısı… Çünkü yazıları okuyamıyorsunuz bile, okuma yazma bilmiyormuş hissine kapıldık desem yeridir. Neyse ki her kafede en azından İngilizce menü var. Ancak kafe isimleri genelde Ukraynaca olduğundan bu da biraz işinizi zorlaştırabiliyor… 🙁
3 kişi başladık şu an 7 kişiyiz!
Sokaklarda geçen onca saatin ardından; yollarımız kısa süreliğine ayrılan çift ile iletişime geçtik. O andan itibaren 3 kişi başlayan tatilimiz 7 kişi oldu. Özgürlüğün tadına vardığımız ve biraz da özgürlük sarhoşu olduğumuz için ilk gün neler yaptığımızdan, nerelere gittiğimizden tam olarak bahsedemeyeceğim belki ama birlikte bizi bekleyen günler için nerelere gidilir, ne yenir, ne yapılırın planını yaptık diyebilirim.
Planı nerde yaptınız derseniz; Da Vinci Cafe ismindeki tarih kokan kafede soluklanırken yaptık. Ukrayna’da denenmesi gereken tatlardan olduğunu öğrendiğimiz Apfel Strudel eşliğinde… Bir hamur içerisinde pişirilmiş elma üzerine krema dökülmüş bir tatlı Apfel Strudel, çok hafif ve gerçekten çok lezzetli… İlk güne dair çok fazla bilgi veremedim belki ama en azından tarifini öğrendiğim Apfel Strudel ile bitirebilirim sanırım 🙂
Apfel Strudel İçin Malzemeler:
Hamuru için: 350 gram elenmiş un
3 yemek kaşığı zeytinyağı
1 adet yumurta sarısı
1 yemek kaşığı pudra şekeri
1/4 çay kaşığı tuz
1/2 su bardağı su
Hamurları yağlamak için: 2 yemek kaşığı tereyağı
İç harcı için: 4 adet orta boy kırmızı elma
1 yemek kaşığı tereyağı
3 yemek kaşığı toz şeker
1/2 su bardağı kuru üzüm
1/2 su bardağı file badem
1/2 çay kaşığı vanilya
1 tatlı kaşığı tarçın
Üzeri için: 4 yemek kaşığı pudra şekeri
Nasıl Yapılır?
Yumurta sarısı, pudra şekeri, zeytinyağı ve tuzu derin bir karıştırma aldıktan sonra suyu yavaş yavaş ilave edip, karıştırın. Elenmiş unu azar azar ekleyip tüm malzemeyi özleşene kadar yoğurun. Su ile tuttuğunuz ve kıvam alan hamuru temiz bir kaba alın. Üzerini temiz bir bezle kapattıktan sonra, oda ısısında 20 dakika kadar bekletin. Hamur dinlendiği esnada elmalı iç harcı hazırlamak için; bol suda yıkadığınız elmaları dört eşit parçaya bölün. Çekirdekli kısımlarını aldıktan sonra kabuklarını soyun. İnce ince, cips şeklinde ya da küçük küpler halinde elmaları doğrayın. Tereyağı ve toz şekeri tavaya alın. Karamel rengini alana kadar yaklaşık 2-3 dakika pişirin. Doğranmış elmalar, file badem ve ıslatıp suyunu süzdüğünüz kuru üzümleri ekledikten sonra 10 dakika kadar kavurun. Vanilya ve toz şekeri kattıktan sonra son bir kez karıştırdığınız iç harcı ocaktan alın, soğuması için bir kenarda bekletin. Oda ısısında üzeri kapalı şekilde dinlenen hamuru dört eşit parçaya böldükten sonra kolay açılması için buğday nişastası serptiğiniz mutfak tezgahı üzerinde bir oklava yardımıyla tek tek açın. Açtığınız hamurların üzerine yapışan nişastayı bir fırça yardımıyla temizleyin. Hamurları yağlamak için kullanacağınız tereyağını küçük bir cezvede eritin. Açtığınız ilk hamur katını mutfak tezgahı üzerine alın. Bir yumurta fırçası ile üzerini tereyağı ile yağlayın. Aralarını eritilmiş tereyağı ile yağladığınız tüm yufkaları üst üste dizin.
Dört eşit parçaya böldüğünüz hamurdan açılan yufkalar olabildiğince ince olmalıdır ki tatlınız ağızda dağılsın ve hamur olmasın. Hazırladığınız iç harcı, kenar kısımlarında pay bırakarak yufkaların orta kısmına yayın. Kenarda kalan yufka kısımlarını içe katladıktan sonra büyük bir dikdörtgen elde edecek şekilde uzunlamasına, rulo şeklinde sarın. Dikkatli bir şekilde fırın tepsisine yerleştirdiğiniz tatlıyı, önceden ısıtılmış 170 derece fırında 25 dakika, üzeri kızarana kadar pişirin. Fırından aldığınız tatlıyı ilk sıcaklığını atması için beklettikten sonra üzerine bolca pudra şekeri eleyin. Dilimledikten sonra servis edin, sevdiklerinizle paylaşın. Bana da ayırın… 😀