Back

Arabasının Bagajından Bisikleti Eksik Olmayan “Efsane” Milli Bisikletçi; Kasım Şen

Makedonya Milli Bisiklet Takımı’ndayken vatan toprağım dediği Türkiye’ye götürülmeyince sinirlenen Kasım Şen; milli formayı, bisikletini, ailesini, arkadaşlarını bırakarak Türkiye’ye geldi. O günden sonra her çevirdiği pedal onu daha ileriye, başka şehirlere, başka ülkelere taşıdı. İzmit – Gölcük arasında en yakınana attığı 20 dakika fark ile adını Türkiye’nin Bisiklet Sporunda Dünya Şampiyonasına katılan tek takımına yazdırmıştı. 1964 yılında 4 kişilik takımda arkasından gelecek yüzlerce milli sporcu için pedal çeviren Kasım Şen, bisikletin sporunun ülkemiz için belki de en değer verilen yıllarını yaşayanlardan…

Dünyanın farklı yerlerinden 800 bisikletçinin 5’inci Uludağ Performans Tırmanışı’nda adına bir araya geldiği Kasım Şen ile bisikletin yollarda insanları alkışlamak ve izlemek için biriktiren yıllarını, dünya şampiyonasını ve sonrasında Türkiye’nin neden hiç katıladığını konuştuk. 50 yıl sonra Bursa için giydiği Milli Forması, arabasının bagajından ayırmadığı bisikleti ve Sydney manzarası ile…

Kasım Şen’in çocukluğu, gençlik yılları nasıldı. Neler yapardı?

Ben 1938 yılında Üsküp’te doğdum, büyüdüm. Ailem toprakla uğraşırdı. Abim, babam, dedem aynı zamanda da güreşçiydi. Spora uzak değildim. Üsküp jimnastik okulu vardı. Hareketli bir öğrenci olduğum için okulun hocalarından Erdoğan hoca beni oraya davet etmişti. Ben de 7 yaşında ilk olarak trapesle jimnastiğe başladım. 9 yaşına geldiğimde ise futbol ile tanıştım. Bizim Türklerin kulübü vardı; adı BirlikSpor. Küçüklerden başladım, genç takımına kadar yükseldim. Bir gün maça çıkacağız, benim ayakkabılar yok. Ayaklarım küçük olduğu için başka ayakkabı da olmuyor. İbiş abi vardı bizim. Dedim ki “Benim ayakkabılar gitmiş” “Ara bul” dedi. Ben bulamam gidiyorum dedim. Öyle futbolu bıraktım. Sonra spordan uzaklaşmamak için boksa başladım. Mahallede Ivza abi vardı. Ağır sıklet boksördü. Onun yanında antremanlara başladım ama antremanlar çok ağırdı. Her antremanda kan görmeye başlayınca boksu da bıraktım.

Jimnastik, futbol, boks derken bisiklet ile tanışmanız nasıl oldu?

Birgün bizim mahallenin çocukları toplanmışlar. Her zamankinden farklı bir heyecan var sokakta… Mahalleye bisiklet takımı gelmiş. İtalyan marka, sarı bisiklet var hepsinde… Dedim ki; “Ne bunlar?” “Yarış için gelmişler” dediler. Ben de kendime olan güvenle dedim ki; “Ben bunların hepsini geçerim” Duydular. Gençlik yılları işte; iddiaya girdik. Bana bir bisiklet verdiler ama spor yapmanın verdiği kondisyona sahip olduğumu bilmiyorlar. Bizim Üsküp’te “Buçuk yokuşu” dedikleri bir yokuş var. Orayı tamamlayıp döneceğiz diye karar verdik. Ben bunların hepsini daha yokuşun başında geçtim ama tam rahat kazandım derken yokuşun bitiminde düştüm. İlk yaramı da o gün aldım. Kalkıp devam ettim. Ona rağmen o gün birinci oldum. Kulüp müdürü bu olayı duyunca beni kulübe davet etti. Genç takımına girdim.

Makedonya Milli Takımına nasıl yükseldiniz?

Hiç unutmuyorum; bir gün her zamankinden farklı bir yarış oldu. Ben Türkiye’de öyle bir yarış görmedim. Stadyumda ateş çemberinden, sudan, engellerden geçmeniz ve faul yapmadan turu tamamlamanız gerekiyor. Orada ben ilk birinciliğimi aldım. O birincilik bana Makedonya Milli takımının kapılarını açtı.

Makedonya Milli Takımı’ndan Türkiye’ye uzanan maceranızı dinleyebilir miyiz?

1953 senesinde Makedonya takımı olarak Türkiye’ye gelecektik. 16 yaşındaydım ve altı kişilik takımdaki tek Türk bendim. “Ben gidersem dönmem bak. Orası benim vatan toprağım” dedim. Duymuşlar bunu. Beni o yüzden kestiler takımdan ve Aso adında yedekte bir arkadaşımız vardı, onu aldılar takıma. Ben de bu olaya çok sinirlendim. 54 senesinde Makedonya Milli Takımı’nı bırakarak kaçak olarak Türkiye’ye geldim. Annemi, babamı, arkadaşlarımı ve bisikletimi bıraktım arkamda…

Bursa’da bisikletle nasıl buluştunuz?

Heykelde eski Postanenin karşısında Uludağ Tatlıcısı vardı, orada oturur, Bursa’ya alışmaya çalışırdım. İlk geldiğim haftaydı. Baktım bir gün bisikletçiler toplanmış yarış yapılacak. Benim Türkçem o zamanlar Osmanlı Türkçesi daha düzeltemedim. Faik bey vardı onunla konuşuyoruz. Dedim ki “Tırka mı var?”  Yarışa biz de tırka derlerdi. “Yarış olacak hazırlanıyorlar, sen de koşar mısın?” dedi. Belli etmedim ve dedim ki; “Ben anlamam bisikletten, denemek isterim ama bisikletim yok” dedim. Salim Tatlıcı vardı o çok meraklıydı böyle şeylere. Faik bey tuttu beni ona götürdü. “Bu çocuk koşmak istiyor ama hiç bisiklete binmemiş, bisikleti de yok” dedi. O gün Salim Tatlıcı bana vitessiz bir bisiklet verdi. Ben yolları öğrendim. Yarış günü geldi. 20 tane bisikletçi vardı. Tam formumdayken, Milli Takımdayken geldiğim için ben ilk yokuşta bastım gittim. Bursa’daki ilk birinciliğimi de o gün aldım. Sonrasında da Acar Takımında lisanslı bisikletçi olarak yıllarca koştum. Ne zaman istesem Bursa’da birinci olurdum. Kaç tane birinciliğim olduğunu sayamam bile şu an… Bir de o zamanlar sadece bölgelerde değil, bölgeler arası ve Türkiye Geneli yarışlar da vardı. Bir gün bölgeler arası yarış için altı kişilik takımla Konya’ya gittik. Birinci olduk. O birincilikten sonra Konya’ya transfer oldum. Şeker Fabrikası adına koştum. Beş sene Konya’da kaldım. 60 İhtilalinden sonrada tekrar Bursa’ya geldim. O süreçte bölge bana antrenörlükte vermişti. Bursa’ya hem antrenör hem de yarışçı olarak dönmüş oldum.

BİZDEN SONRA DÜNYA ŞAMPİYONASINA KATILABİLEN OLMADI!

Sonrasında Milli Takım ve Dünya Şampiyonası dönemi geldi. Bu süreçte neler yaşadınız?

1963 senesinde çok muazzam bir form tutmuştum. Gölcük – İzmit arasında koşmuştuk. Yollar ve imkanlar bugünkü gibi değil tabi. Kamyonların tekerlek izlerini takip ederdik. O gün en yakınıma 20 dakika fark atarak birinci oldum ama tabi sonra beni hastaneye kaldırdılar. Çok zorlamışım kendimi… O başarı ile beni Belçika’ya gidecek takımın seçmeleri için kampa çağırdılar. En sona Konya’dan Rıfat Çalışkan ve Nusret Ergül, Bursa’dan ben ve Çetin Yücel, İzmit’ten Muzaffer Öztürk, Adana’dan yedek olarak Ertuğrul ve Ahmet… Biz bu kadro ile o yıl Dünya Şampiyonasına katıldık. 4 kişilik takım olarak yol yarışı koştuk. 100 km 2 saat 7 dakikada bitirdik. Biz Türkiye Milli Bisiklet Takımı olarak o yıl ilk kez katılmış olmanın da etkisiyle dünya sıralamasında ilk iki turu 2’nci bitirmiş olmamıza rağmen, son turlarda rüzgara takılınca 19’uncu olduk. Sonrasında bu başarının devamı gelir, bizden sonraki nesil bu başarıyı çok daha ilerilere taşır diye bakıyorduk ama bizden sonra katılabilen bir Türkiye takımı olmadı bile.

Öncelikle dünya şampiyonasına katıldığınızda bisiklet sporuna gösterilen ilgi nasıldı? Sonrasında neler yaşandı da Türkiye bir kez daha Dünya Şampiyonasına katılamadı bile?

Baktığınız zaman o zamanlar ilgi çok yüksekti. Biz stadyumda koşarken 20 bin kişinin bizi izlediği günler oldu. Futbol maçlarında bile o kadar insan olmazdı. Yol yarışlarında insanlar yol üzerinde toplanır alkışlarlardı. Dünya Şampiyonasına katıldığımızda büyük olay oldu tüm ülkede… O dönemde yaşayan sporcuların kendi çabası ile gelmiştik o günlere. Kimse o zamanlar ben bu işten zengin olayım diye düşünmezdi. Dünya Şampiyonasına katıldığımız yıllardan sonra benim gözlemlediğim kadarıyla nedense herkes kendi derdine düştü. Sporcular bisikletle koşmak için değil, para kazanmak için bu sporu yapar oldu. Biz kendi cebimizden ödeyerek koşardık. 2.5 lira maaş 1 lira da hamam parası verirlerdi. Sporcu adam çok yer. Benim bir öğünde yediğim yemek 15- 20 liralıktı. Bizim başımızda kimse de yoktu. Bir bisikletçinin bir turda koşması için senede en aşağı 30 bin km antreman yapması lazım. Şimdi 20 km gidip geliyor. Ben her sabah tek çalışırdım. Karacabey’e bisikletle gider gelirdim. Kimse bana bunu yap da demezdi. Biz kendi kendimizi geliştirirdik. Bu şartlarda Dünya Şampiyonasına katıldık ama sonrasında peşimizden gelen bu yolu izleyen olmadı ne yazık ki…

Dünya Şampiyonasından sonra neler yaşadınız, neler yaptınız?

Öncelikle bize gösterilen ilgi çok değişti. Herkes bizi bilir tanır oldu. Sonrasında ben yine yarışlara ve antrenörlüğe devam etmek istedim. Bizim zamanımızda kurumlar ve fabrikalarda destek olurdu bisikletçiye ve bisiklet sporuna. Özellikle Eskişehir’de, Konya’da ciddi anlamda destek ve ilgi vardı. Konya’da özellikle Şeker Fabrikası, Et Balık Kurumu, Karayolları Müdürlüğü adına koşan takımlar vardı. Eskişehir’den buna benzer üç takım vardı. Bursa’dan yoktu. Ben Bursa’da bu süreçte İpek Fabrikası’na, Karayolları Müdürlüğü’ne, Merinos’a böyle bir çalışma için teklif de bulundum. Siz bana destek olursanız ben size söz veriyorum; “Kurduğum takımı bir senede milli takıma sokarım. Bizim arkamızdan Milli Formayı giyecek ve Dünya Şampiyonasına katılacak çocuklar yetiştirim. Ama bu çocukların karnını doyurmamız lazım. Doyurursak koşarlar. Ben biliyorum. Çünkü ben zamanında aç koştum” dedim. Hiçbiri destek olmadı. Bursa’da sporcu yetiştirirken bile kendi imkanlarım ile yetiştirdim.

Antrenörlük döneminizde kaç sporcu yetiştirdiniz?

Bursa’daki antrenörlük sürecim çok uzun sürmedi ama 20 kişi yetiştirdim. 7 tanesi milli takıma girdi. Yetiştirdiğim takım Bursa’dan üç kez Türkiye şampiyonu oldu. İrfan vardı, süratçiydi. Yetiştirdiğim o çocuk süratte Türkiye Şampiyonu oldu.

Günümüzde yeni Kasım Şenler, Çetin Yüceller yetişmesi için gördüğünüz iyi yönde gelişmeler var mı veya bunun için neler yapmak gerekir?

Özellikle Bursa’da gördüklerimden bahsetmem gerekirse; Nilüfer İlçesinde yapılanlar, beni gerçekten çok mutlu ediyor. Gittiğimde her yerde bisiklet yolu görüyorum. Dağ Bisikleti Yarışı düzenlendiğini biliyorum. Tüm belediyeler ve şehirler ucunda 5 kuruşluk bir hediye de olsa bu tür yarışlar düzenleyerek insanları bisiklet sürmeye teşvik etmeli. Mustafa Bozbey benim gördüğüm ve bildiğim kadarıyla bu anlamda çok aktif bir belediye başkanı. Bisikletçilere ve bisiklet sporuna verdiği değer insanı gelecek için umutlandırıyor.

Yine Bozbey’in ve diğer belediyelerin çocuklara bisiklet verdiğini biliyorum. Çok büyük miktarlar olmasa da alım gücü yine de yetmeyen aileler var ne yazık ki. Çocuklara bisiklet sevgisini aşılamak ve gelecekte Dünya Şampiyonasını hedeflemeleri için benim gözümde çok değerli bir çalışma…

Federasyona bu anlamda ne gibi görevler düşüyor?

Her şeyden önce bisikletten anlayan bisiklete binmenin acısını çekmiş insanların federasyonun başında ve yönetiminde olması gerekir. Biz de zengin diye sporun acısını zamanında çekmemiş olsa da federasyona başkanlık yapabilme gibi bir gelenek var. Ülke olarak tüm spor dallarında izlenediğimiz çok yanlış bir yol. Geçtiğimiz yıla kadar Türkiye Bisiklet Federasyonu’da bu durumdaydı. Geçen yıl yapılan seçimlerle Erol Küçükbakırcı başa geçti. Benim desteklediğim, aday olması için ikna ettiğim ve bisiklet sürmenin acısını çekmiş bir isim. Güzel şeyler yapıyor. Yapmaya da devam edeceğinden eminim.

BİR KOLTUKTA İKİ KARPUZ TAŞINMAZ

Yarışları bırakıp sizi Sydney’e getiren durum neydi peki?

Fahriye Hanım ile tanıştık. Sevdik, evlendik. Daha öncede söylediğim gibi, biz gerektiğinde cebimizden öder öyle yarışırdık. O güne kadar biriktirebildiğim para ile ancak evimi ve düğünümü yapabildim. Sonrasında ayrıca çalışmam gerekince bir koltukta iki karpuz taşınmaz dedim, mecburen yarışları bıraktım. İş ararken bir yandan yurtdışı işçi ilanları içinde başvuru yapmıştım. Kaderimizde bu ülkeye gelmek varmış, Sydney çıktı. Ev parası biriktirir dönerim dedim ama o gün, bu gündür 50 yıldır Sydney’deyim.

Sydney’de bisiklete ve bisikletçiye gösterilen ilgi nasıl?

Her şeyden önce her yerde bisikletliye saygı var. Ayrıca Sydney’de hangi spor olursa olsun, siz bu spordan emekli olduysanız eğer federasyonunuzda size bir görev veriliyor. Tecrübeleriniz, başarılarınız, çalışmalarınız yeni nesillere aktarılıyor. Spikerlik, antrenörlük, idarecilik yapabiliyorsunuz. Çok üst düzey başarı gösterdiyseniz eğer muhakkak bir yere heykeliniz dikiliyor. Bizim ülkemizde ise emekli olduktan sonra ya da o sporu bıraktıktan sonra büyük başarılar göstermiş bile olsanız sadece unutuluyorsunuz…

Uluğdan Performans Tırmanışı bu yıl sizin adınıza düzenlendi. Neler söylemek isterseniz?

Mecit Tatlıcılar, “Kasım amca senin adına bir yarış oyunu düzenlemek istiyoruz, müsaade edermisin” dedi. “Şeref duyarım ama ben kıtada yaşıyorum, gelip gelemeyeceğimin sözünü veremem” dedim. Nitekim de katılamadım. Bu yaşta artık doktor gidemezsin dediğinde akan sular duruyor. Görmeyi çok istedim. Benim adıma düzenlenen bu yarışa Türkiye’de 40 şehirden ve dünyanın farklı ülkelerinden 800 bisikletçi gelmiş. Bu benim için büyük bir gurur oldu. Unutmayanlara, bisikleti sevenlere, pedal çevirenlere çok teşekkür ederim.

Röportaj: Onur Özdemir

Fotoğraflar: Pakize Güleç Özdemir

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir