Avustralya’ya yani dünyanın bu ucuna kadar gelmişken Tazmanya, Yeni Zellanda, Papua Yeni Gine’yi de görmeden dönmek istemiyor insan. Avustralya ve çevresi vahşi yaşam meraklıları ve doğal yaşam sevenler için biçilmiş kaftan. Biliyoruz Türkiyeden bu kadar uzağa gelmek çooooook zor. Dile kolay; uçakla 35 saate yakın bir yolculuk! Olurda belki bir çılgınlık yapmak istersiniz diye paylaşalım istedik bildiklerimizi… 🙂
Biz Sydney’de olduğumuzdan yolumuz o kadar uzun değildi ve kendimize evlendiğimiz günün üzerinden tam bir yıl geçtiği için verdiğimiz bir hediyeydi sadece… 😀 Okul, iş gibi nedenlerden dolayı da 4 güne sığdırmak zorunda kaldık. Yeni Zellanda mı, yoksa Tazmanya mı diye düşünürken de vize konusu ve Yeni Zellanda için daha uzun zaman ayırmamız gerektiği düşüncesi ile Tazmanya’yı seçtik ve kendimize bir yol haritası çıkardık.
İlk olarak Tazmanya planımızı nasıl yaptık?
Bu kez Expedia.com üzerinden satın aldığımız paket program ile otel, uçak ve araç kiralama seçeneklerini belirledik. Toplamda ise iki kişi için 1120 dolar harcadık. Yeni Zellanda – Tazmanya arasında kaldığımız ve bir ihtimal tatil günlerimizi uzatabilir miyiz diye zorladığımız için biraz daha pahalıya geldi aslında… Çünkü eğer 2-3 hafta önceden Sydney’de bulunan Flight Centre gibi tatil acentalarından alabilseydik bu tatil Sydney’de bulunan bizler için 700-800 dolar arası bir miktara gelebilirdi. * Bazı dönemlerde Sydney’deki bu tür tatil acentaları web siteleri ve uygulamalara göre çok daha uygun fiyat verebiliyorlar. Tazmanya seçimini yaparken bir diğer cezbeden konu ise Tazmanya’nın Avustralya’ya bağlı bir eyalet olmasıydı. Bizim zaten hali hazırda bir Avustralya vizemiz olduğu için vize işlemleriyle uğraşmadık. Yeni Zelanda için bu durum geçerli değil. Avustralya vatandaşı değilseniz eğer vize almanız gerekiyor.
*Tazmanya çok büyük bir alana yayıldığı için yerleşim yerleri ve görülmesi gereken yerler arasındaki mesafe çok uzun… Toplu taşıma da çok fazla gelişmediği için araç kiralamak şart.
Konaklama için Tazmanya’ya özgü Cottage dedikleri evleri kiralayabilirsiniz. Biz Expedia üzerinden paket program aldığımız ve havanın soğuk olması nedeniyle risk almak istediğimiz için Ibis Otel’de kalmayı tercih ettik. Konaklama tavsiyesi olarak Cottage Evler biraz daha butik otel tarzında oldukları için daha uygun fiyatlı ve daha keyifli olabilirler. Bizim yaptığımız gezi planında gün içinde gezdikten sonra akşam otele dönüp ertesi gün tekrar yola çıkmak daha mantıklıydı. Daha geniş bir zamanı olanlar ve Tasmanya halkının yaşamını merak edenler bu öneriyi dikkate alabilirler.
Hobart merkezde konaklayabileceğiniz diğer yerler…
Bütün bu tercihleri yaptıktan sonra sabahın erken saatlerinde Sydney’den Hobart’a uçtuk. Yol yaklaşık olarak iki saate yakın sürdü. Sydney’den iki saat ise Türkiye’den gelmeye kalkarsanız ortalama 30-35 saat arası sürer diye küçük bir matematik hesabını da yapalım. 😀
Hobart’a çalışan havayolu şirketleri ve havaalanı beklenenden biraz daha küçük. Avustralya’ya göre iç hatlar gibi çalıştığı için olabilir ancak neden küçük dediğimiz şöyle anlatalım: Bizim Sidney’de biletimizi kesen, uçağa binerken kontrol eden, uçakta hostluk yapan, ve havaalanında içeride bizi karşılayan kişi aynı kişiydi. 😀 Bir insanın bu kadar fonsiyonel çalıştırabildiği tek yerin kendi muhteşem ülkemiz olduğunu düşünürken bu manzara karşısında dona kaldık. Ya bunlar dördüz, ya burada kölelik var ya da bu sistem o kadar küçük ki tek kişi bu işler için yeterli…
Her şey bir yana Tazmanya Kıbrıs adasının on katı büyüklükte bir yüzölçümüne sahip ve 500 bin insanın yaşadığı gerçekten küçük bir eyalet aslında… İki büyük şehri var bunlar da; Hobart ve Launceston. Biz 4 günlük planımıza sadece Hobart’ı sığdırabildik ve havaalanından arabamızı alır almaz hiç zaman kaybetmedik. Otelimizin de bulunduğu Hobart’ın merkezine havaalanından yaklaşık 20 dakikada vardık. Otele çantaları attıktan hemen sonra da merkezi gezmeye başladık.
Tazmanya – Hobart’ta gezip görebileceğiniz yerler:
Hobart, Tazmanya’nın başkenti, Avustralya’nın en eski ikinci şehridir. Robert Hobart’ın adını alan Hobart aslında küçük şirin bir yer. Araba park etmek zor değil ama yürüyerek de her yeri gezebilirsiniz. Merkezdeki Elizabeth Mall en büyük alışveriş merkezi. Burada mağazalar ve marketler var. Mayıs ve Eylül ayları arasında en soğuk olduğu döneme denk geliyor.
Franklin Square
Merkezde gezerken ilk gördüğümüz yer Franklin Square oldu. Hobart’ın merkezinde meşe ağaçlarıyla bizdeki parkları andıran doğal bir havası var. 🙂 Parktaki havuzun tam ortasında da Sir John Franklin’in bir heykeli var. Sir Franklin 1837’den 1843’e kadar Van Diemen’in Valisiymiş ve aynı zamanda bir kutup kaşifiymiş. Kuzey-Batı Geçidi’ni bulmaya çalışırken ölmüş ve anısı için bu parka heykeli yapılmış. Biraz burada dinlendikten sonra gezmeye devam ettik. Burada otururken karşıda kocaman bir tarihi bina ile birlikte bir saat kulesi göreceksiniz. İşte orası Hobart’ın merkezdeki büyük Post Office binası.
St David’s Cathedral
1842 yılında Hobart bir şehir ilan edilmiş ve mevcut olan St. David Kilisesi St. David’s Cathedral olmuş. İngiliz mimari özellikleri taşıyan katedralde 6. Yüzyıldan kalma taşlar bulunuyor. Azizler, şövalyeler, krallar ve İncil karakterlerini gösteren vitray pencereler içeri girince ilk dikkatimizi çeken şeyler oldu. Birde katedralin içinde bir odaya küçük bir müze yapmışlar. Duvarlar boyunca ölen üyelere adanmış küçük anıt plaklar bulunuyor. İçerisi sessiz olmakla birlikte çok soğuktu. 🙂 İnsan böyle yerlere gidince şöyle azıcık ısınmak istiyor tabi…:) Ama suç bizde çünkü Hobart’ta Haziran ayı tam olarak kış mevsiminin ortası olduğu için hava tahmin ettiğimizden çok daha soğuktu. Burada kış ayları sabah ve akşam saatleri sert soğuk, gün içinde ise çoğunlukla güneşli şeklinde geçiyor genelde. Etraf her mevsim yeşil zaten…
Külahta Balık mı? 😀
Hobart merkezi gezmek için otelden yürüyerek çıktığımızdan ve etrafı dolaşırken saati fark etmediğimizden birden hava kararmaya başlayınca karnımızın acıktığını fark ettik. Bizde uçak yolculuğundan sonra bir iştahsızlık başlıyor. Size de oluyor mu? Neyse… Biz de hazırlanıp akşam yemeği için Fish Frenky’ye gittik. Hobart merkeze yakın, yürüyerek bile gidebilecek mesafece şirin bir balık lokantası. Limanda denizin kenarında küçük bir yer. Verdiğiniz bazı siparişler büyük bir külahta servis ediliyor. 🙂 Bugüne kadar gördüğümüz en tuhaf servis biçimi… Ne söylediğinizi bilseniz de külahı tabağa devirirken içeriden ne dökülecek acaba diye merak ediyorsunuz. 😀
Bu arada yola çıkmadan önce sabah ev sahibimize uğrayıp 4-5 gün evde olmayacağımızı haber vermiştik. Lois çok yaşlı ve doğma büyüme Avustralyalı biri… Daha önce Tazmanya’yı bir çok kez ziyaret etmiş. Bizi telaşla içeri çağırarak gidilecek yerler listesi yapmıştı. Salamanca Market’e mutlaka gidin, bir de orası çok soğuk diyerek iki boyunluk iki eldiven verip göndermişti. 🙂 İkinci gün uyandığımızda telaşını çok daha iyi anladık. Kahvaltıdan hemen sonra mutlaka gidin diye ilk sıraya yazdığı Salamanca Market’e doğru yola çıktık.
Salamanca Market and Salamanca Place
Salamanca Place, 1830’larda inşa edilmiş Hobart’ın tarihi rıhtım alanı… Her cumartesi günü bu meydan ünlü Salamanca Market’e ev sahipliği yapıyor. Biz Türkiye’den bu tür şeylere alışık olduğumuz için bize çok ilginç gelmedi. Burası bildiğiniz bizim sosyete pazarlarına benziyor. Pazarın içinde gezerken, yerel yiyeceklerden giyim stantlarına, el yapımı ürünlerden, süs eşyalarına, küçük coffee shoplardan, farklı ülke mutfaklarının stantlarına ve ev yapımı doğal reçel tezgahlarına rastladık.
Salamanca Market hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler için…
Batery Point- Historic Walk
Batery Point Hobart’ın en eski yerleşim yerlerinden biri. Bu nedenle sömürge mimarisi ve tarihi yapıları görmek için bu bölgede çoğunlukla historik walk adı verilen yürüyüşler yapılıyor. Burada eski denizci kulübelerini görebilirsiniz. Biz yürürken Cottage adı verilen kültürle yapılmış küçük butik oteller, mimari yapısı bozulmamış tarihi eski evlere rastladık. Bu bölgede bir süre yürüyüş yaptıktan sonra Mona’ya gitmek üzere yola çıktık.
Dünyanın en ilginç sanat galerisi MONA (Min 5 Saat I 48 AUD)
Dünyanın bu ucuna kadar gelmişken bu kadar garip, korkutucu ve aynı zamanda sanat galerisi olan bir yerde kendimizi bulmak planlarımızda olan bir şey değildi. Ev sahibimiz Louis’in Tasmanya’ya gelmeden önce verdiği listede üçüncü sırada yer alsa da, biz bu günden sonra Tasmanya’da ne yapılır diye soranlar için ilk sıraya koyduk… Çünkü kendisi dünyanın en iyi sanat galerileri arasında gösteriliyor ve bizim gördüğümüz en garip eserlere ve mimariye sahip…
İlk girişte bize “Bu mu oğlum müze” yorumu ile adım attran, çıkarken de “O neydi oğlum” etkisi yaratan dünya üzerindeki en ilginç yerlerden biri… Yerin üç kat altında ve labirenlerden oluşan müzede yolumuzu kendimiz bulduk ve Belçikalı sanatçı Wim Delvoye tarafından Cloaca Professional olarak adlandırılan ve insan midesinin taklit edildiği bir makineden tutun da rüzgarın çizdiği resimlere, mumyalardan tarihin en botokslu ferrarisine kadar dünyanın en tuhaf sanat eserlerini gördük…
Mona ile ilgili duyduğumuz kokular bize kalsın gelin gördüklerimizi buradan okuyun…:D
Müze hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler için…
Mounth Wellington
Müzeden çıktıktan sonra hızlıca Mounth Wellington’a sürdük. Hava kararmadan meşhur Kunanyi’de dağ havası alalım istedik. Wellington Parkı geçip Kunanyi’ye giden yola geldiğimizde görevlilerin yolu kapattığını gördük. Hava kapanmaya ve hafif yağmur yağmaya başlamıştı. Yukarı çıkmaya izin vermediler ve gelen tüm araçları geri gönderdiler. Hal böyle olunca bizde otele dönmeye karar verdik. Dönüş yolu üstündeki Cascade Brewery’ye uğradık ve müzesini gezdik. Kendisi buradaki en eski bira fabrikası… Bira fabrikasının yanına çok şirin küçücük bir müze ve kafeterya yapmışlar. İsterseniz biraların tadına bakabilirsiniz.
Ölüm Nedeni Huzur Olan Yer: Bruny Adası
Bruny Adası yaklaşık 50 km uzunluğunda fakat Kuzey ve Güney Bruny ile birlikte The Neck adlı dar bir boğazın birleştirdiği iki ada gibi görünüyor. 1642’de Abel Tasman tarafından keşfedilmiş ve hem İngiliz hem de Aborijin tarihini barındırıyor. Ada aynı zamanda birçok nadir ve tehlike altındaki bitki ve hayvan türü için de dünya üzerinde bir sığınak görevi görüyor. Gemiden indikten sonra The Neck adındaki noktaya gelene kadar biz bunun basit bir bilgiden ibaret olduğunu düşünmüştük. O dar şerit başladığı anda arabayı sola çektik ve daha hiç görmediğimiz yeşilliklerin arasından The Neck’in uzun kumsalına indik. Dünya üzerinde doğanın bu kadar saf halini görmek beklediğimiz bir şey değildi. Bu arada The Neck noktasına gelene kadar sola ayrılan bazı yollar gördük. Eğer dümdüz giderseniz 20 dakika gibi bir sürede The Neck’in de bulunduğu Adventure Bay’e ulaşabilirsiniz. Bizim gibi her gördüğünüz tabelaya nereye götürüyor acaba diye dönerseniz eğer yerel ürünlerin tadını çıkartabilirsiniz. Çünkü Bruny’de yapabileceğiniz en güzel şeylerden biri de yerel ürünlerin tadını çıkarmak olacaktır.
Neden başlığı öyle attığımızı buradan daha iyi anlayabilirsiniz… 😀
Royal Tasmanian Botanical Garden
Royal Tasmanian Botanical Garden Avustralya’nın en eski ikinci botanik bahçesi olması ile ön plana çıkıyor. Açık konuşmak gerekirse botanik bahçelerde çiçek böcek dolaşmak pek bize keyif veren bir etkinlik değil ancak Tazmanya bizim oralara göre öyle değişik hayvanlara ve floryaya sahip ki biz de botanik bahçe gezme hissi oluşturdu. Bahçe Hobart merkezden havaalanına doğru yöneldiğiniz anda otoyol üzerinde kalıyor. Maksimum 15 dakikalık bir mesafede anlayacağınız ve Tasmanya’nın doğa mirası dediği 6000 çeşit bitkiye, çeşitliği azalan türlere, Aborjinlerden kalan ve medikal anlamda kulanılan bitkilere, meyve ağaçlarına ev sahipliği yapıyor. Giriş ücretsiz ancak isterseniz girişte bağışta bulunabiliyorsunuz. İçeride ise daha önce hiç görmediğiniz çiçekler, farklı ağaçlar ve bunlar yenir mi diye sorgulatan meyvelere sahip ağaçlarla baş başa kalıyorsunuz.
https://gardens.rtbg.tas.gov.au/
Bonorong Wildlife Sanctuare (Min 3 Saat I 60 AUD)
Tazmanya denildiğinde bizim nesil, bir ülkeden ziyade bir çizgi filmi hatırlar. Taz; ilk kez Bugs Bunny’nin karşısına kendi etrafında dönerek çıktığında hangi hayvanın çizgi filmdeki çizgi hali olduğunu anlayamamıştık. Çünkü Robert McKimson’un esinlendiği bu karakter diğer karakterlerin aksine dünya üzerinde sadece Tazmanya adasında bulunuyor. Amacımız çocukluktan kalma bir merak olan “Taz gerçekte hangi hayvan acaba?” sorusuna cevap aramak değildi tabi ama Tazmanya’ya gidip de Tazmanya Canavarı görmeden dönmek olmazdı. Biz de Tasmanya’ya özgü diğer hayvanlar ile birlikte Tazmanya Canavarını doğal ortamında görebilmek için Bonorong Wildlife Sanctuary’e gittik. Fotoğraftan anlaşıldığı üzerede ilk olarak kangurulara koştuk… 😀
Bonorong ve Tazmanya hayvanları ile ilgili detaylı yazımız da burada… 😀
Tasman National Park
Tasman National Park, Tazmanya’da korktuğumuzu hissettiğimiz yerlerin başında geliyor. Doğa; sık ormanları, okyanusu, vahşi yaşamı, kayalıkları ile bir bütün halinde iken aslında ne kadarda büyük, yenilmez ve korkutucu bir kez daha anladık. Bonorong’tan çıkıp yaklaşık bir saat daha yol katettikten sonra tabelalar Tasman National Park için sola dönmemiz gerektiğini söyledi. Bu ana kadar her şey güzeldi ama o sola dönüşten sonra ikimiz de bi yutkunmadık değil. Çünkü devasa uzunluktaki ağaçların arasından dar ve kötü bir yoldan Tasman National Park’ın kalbine doğru devam ediyorsunuz. Ama baştan söyleyelim bizim için herşey bu noktada değişti. Tabelalar yok olmaya, ağaçlar sıklaşmaya, yerleşim yerlerindeki gürültü yerini hayvan seslerine bırakmaya başladı. Kapıları kilitleyerek yola devam etmiştik. 😀 Yarım saat daha bu şekilde ilerledikten sonra telefonlar çekmemeye ve sağa sola ayrılan patika yollar çoğalmaya başladı. Bitki örtüsü ve florası o kadar yoğun ve benzer ki sizi yutmaya çalışan bir labirentte gibi hissediyorsunuz. Eğer korkunuzu bastırır ve bizim gibi yola devam ederseniz yolun bittiği yerde sizi bu hayatta belki de bir daha göremeyeceğiniz bir doğallık ve manzara bekliyor olacak.
4 gün boyunca ormandan çıkmadan tur yapabilirsiniz!
Günün sonunda buraya kadar geldiğimize değdi dediğimiz, el değmemiş bembeyaz bir sahil ile karşı karşıyaydık. O anki hissi fotoğraflar yada kelimeler anlatmaya yetmez ama sanki ilk defa burayı siz keşfetmiş gibi hissediyorsunuz. Bu arada Tasman National Park bizim anlattığımız kadar ıssız değil aslında…
Kamp yapmak isteyenler için son derece modern kamping alanları ve konaklama seçenekleri olan tesisler var. Biz bir kaçını yol üzerinde gördük. Vaktimiz uzun olmadığı için Tasman National Park’ın görülmesi gereken her yerini göremedik ancak sahilde 2 saate yakın zaman geçirince diğer görmek istediğimiz yerler bir başka Tazmanya tatiline kaldı… Öğrendiğimize göre bu muhteşem ortamda daha fazla zaman geçirmek isteyenler için Tasman Yarımadası’nda bağımsız bir çok günlük yürüyüş deneyimi sunan “Three Capes Track” gibi yerler var. Düzenledikleri doğa yürüyüşlerine 4 gün ayırmanız gerekiyor. 46 km’lik yolculuk, Cape Pillar, Cape Hauy ve Cape Raoul’un nefes kesen manzaralarını ve sayısız doğa harikasını görmenizi sağlıyor. Bu dört gün boyunca ormandan çıkmıyorsunuz ama kayalıklardan oluşan kıyıları, şelaleri, fokları, penguenlerı ve ayı balıklarını bazı sezonlarda görme şansınız oluyor. Bir sonraki tatilimiz için biz bunu göz önünde bulundurarak plan yapacağız.
https://www.threecapestrack.com.au/
Dünya Mirası Listesindeki Cehennem: Porth Arthur
Porth Arthur, Tazmanya’ya gittiğiniz zaman adanın tarihi hakkında araştırma yapma ve tarihini öğrenme isteğini yaratıyor. Burası şu anda UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer alan bir açık hava müzesi olsa da geçmişte mahkumların kapatıldığı devasa bir cezaeviydi. 1830 yılında küçük bir kereste istasyonu olarak hayata başlamış ancak sonraki yıllarda 30 bin mahkumun yargılandığı bir yerleşime dönüşmüş… Öğrendiğimize göre mahkumlar Port Arthur’a getirilmeden önce de İngiltere suçluları başta olmak üzere Tazmanya’nın bazı bölge ve adalarında zaten yargılanıyormuş ancak üç tarafının da okyanusla çevrili olması Port Arthur’u kolonilerin ceza sistemi içinde en önemli noktalardan biri haline getirmiş… Sömürge bölgesi olan Tazmanya’da mahkumların hapsedilmesi ve çalıştırılması Port Arthur ile başlamış bir durum değil ancak sınırdışı etme ve zorla çalıştırma kararının uygulandığı bu ceza sistemi adanın tarihini çok keskin bir şekilde değiştirmiş. Bu konuda Coşkun Süsoy’un araştırmasını okumanızı tavsiye ediyoruz: https://coskun.susoy.org/node/15
Adanın tarihine ışık tutan Port Arthur’u daha detaylı okumak ve hayalet turu başta olmak üzere turlara katılmak için de buradan lütfen…:)
Tazmanya planı yapanların işine yarayacağını düşündüğümüz kaynaklar: